top of page

İNŞAAT YA RESULULLAH!

Kalktı göç eyledi Avşar elleri                                                                                                         Aşıp aşıp giden eller bizimdir.

Arap atlar yakın eyler ırağı                                                                                                                  Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

Hakkımızda devlet vermiş fermanı                                                                                                    Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.

Nice koç yiğitler yere serilir                                                                                                               Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.


ree

Dadaloğlu'nun yukarıdaki dizelerini, Muharrem Ertaş’ın çağlar sonrasına üflediği nefesle işitir gibiyim sanki. Cengiz Aytmatov’un mürekkebinin can suyu olduğu Mankurt Efsanesinde yer alan Nayman Ana’nın oğlunun mankurt başını okşadığı nasırlı ellerini hissediyorum bu satırlarda. Hani şair diyor ya “Ben doğuluyum! Eteği dumanlı, başı dumanlı dağlarda doğmuşum. Dağ çocuğuyum.” 

Destanlarımız, ağıtlarımız, türkülerimiz; vatanın dört bir köşesini ve hüzünlerini, sevinçlerini, umutlarını nakış nakış işleyip bugüne ulaştırıyor. Günümüz postmodern kalabalığı ise duymak istediği kadarını duyuyor gerisine kulağını tıkıyor. Ne diyordu İsmet Özel:“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin /Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin” 

Şehirler insanlaştırılmaya çalışılırken süreç öyle bir noktaya geldi ki insanlar şehrin olmaya başladı. Hz. Adem’den bu yana insanlar medeniyet kurdular, durdular. Önce doğdu bu medeniyetler, güneş nasıl batıyorsa onlar da aynı akıbete uğradılar nihayetinde. Lakin eski kent kalıntılarına gittiğinizde göreceğiniz manzara şu hiçbiri yok ki toprağın üstünde olmasın. Bugün toprakla aramıza beton ören bir şehir zihniyeti işgal etmiş durumda zihinlerimizi. Şehir deyince kimin aklından beton geçmiyor? Veya soruyu tersten soralım, kimin aklına toprak geliyor? Toprakla bağlarımızı kopardık. Toprağın yağmurla ortaya çıkan o kokusunu unuttuk. Toprakla birlikte şefkatimizi de umutlarımızı da ufkumuzu da o asfaltın altına gömdük. Şairin serzenişini duyamadık; asfalt yaktı genzimizi, topladı çiçeklerimizi, kuruttu kalbimizi.

Şehirler ait olduğu medeniyetin zahirde kalan gölgeleridir. Görünendir, gözle görülen, göze hitap eden. Göz ise ayırt edicidir. Bir şehrin diğer şehirden farklı olup olmadığını gözümüzle anlarız. Kapitalizm akımının dünyaya sunduğu reçete beraberinde kültürel bir olgu doğurdu. Birbirinden ayırt edilemeyecek evler, evlerin yer kaplamaması için dikine büyütülen binalar ve binaların dibine konulmuş ticarethaneler. Neresinden bakarsanız bakın para-insan paradoksu çıkıyor karşımıza. Böyle bir durumda insanlar haliyle maddiyattan başka bir şey düşünemiyor çünkü göremiyor. Ümraniye İnkılap Mahallesinde oturan bir abi, Bornova Yeşilova Mahallesinde oturan bir abla pencereden aşağıya bakınca farklı şeyler görmüyorlar. Tek tipleştirilmiş mimari, tekelleştirilmiş ekonomi aynı şeyleri düşünen insanları meydana getiriyor. Trend olan müzikleri dinleyen; trend dizileri, videoları izleyen o insanlar aynı duyguyu yaşayıp geceleri aynı rüyaları görüyorlar. Ama sonra ne oluyor? Çeşitliliği farklılığı ortadan kaldırmaya çalışan dünya düzenine Facebook’ta, Twitter’da rest çeken o abiler, ablalar sabah marketten o düzeni kuranların markasını almaya devam ediyor. İnsanlar düşünme, tepki koyma refleksini; bunlara bağlı olarak hüviyetini, hürriyetini günden güne kaybediyor. Çözüm kültürsüzlük kültürünü kült edinmiş yapıya(anlayışa) karşı kendi kültürünü korumada yatıyor. Altımızdan toprak kayarken, geleceğimiz ipotek edilirken sövmezsek ya ne zaman söveceğiz? Geçenlerde Antalya şehir merkezinde seyahat ederken bir reklam panosuna rastladım. Reklamda merkeze 180 km uzaklıkta olan Gazipaşa’da, kamu bankasından düşük faizle arsa satıldığı yazıyordu. İlçenin rant ve talana açılan bakir ova toprakları yetmeksizin bir de “babası” tarafından satılmış olması elbette ki şehre hazin duygular hissettiriyordur. Sesi çıkmadan kurban edilen daha nice ovamız, obamız var kim bilir? 

Daha kurban vermeye mecali yok bu toprakların. Evimizi, mahallemizi, şehrimizi yeniden inşa etmek için önce bu kavramların içini “biz”ce, kültürümüz çerçevesinde yeniden ele almamız elzemdir. Onun için inşaat değil ıslahat diyeceğiz. Islahat ya Resulullah!


 
 
 

Yorumlar


bottom of page